Şah İsmail’in, bir kurultay sonucu Şah ilan edildiği topraklara
ulaşmak üzereyken geldi Altan Öymen’in sonsuzluğa göçtüğü haberi.
O an yüreğimin orta yerine, o iklimin bir başka güzel insanı
Cemal Süreya’nın şu dizeleri gelip oturdu:
“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…”
93
yaşında, “çoklu organ yetmezliği” ile mücadele ederken vedalaşmıştı
bizimle. Bir yanıyla hastalığıyla uğraşırken, öte yandan Cumhuriyetin demokratik
kimliğinden uzaklaştırılmasını engellemek için CHP’nin birlik ve beraberliğini
korumak gerektiğini savunan bir isimdi.
Hasta
yatağındayken dahi, gözü kulağı, Türkiye’nin içine çekilmek istendiği Ortadoğu
bataklığına karşı sesini çıkartacak olanlardan gelecek sesteydi.
HAYATI, TOTALİTERLERLİĞE KARŞI MÜCADELE İLE GEÇTİ
Küresel
güçler de bunun farkında olacaklar ki o seslerin dalga dalga gelip birleşeceği
“muhalefetin amiral gemisi” konumundaki CHP’yi etkisiz hale getirme hamlesini
başlatmışlardı. Zira Ortadoğu’nun yeni baştan şekil alabilmesi için Türkiye’nin
yeni bir dizaynına; Türkiye’nin sorunsuz bir biçimde dizayn edilebilmesiyse
CHP’nin etkisizleştirilmesine bağlı olduğu açıktı.
Toplumsal
dinamizm, her zaman kâğıt üzerindeki senaryolara uymaz; hatta çoğu zaman
küresel güçlerin karar odalarında yazılıp çizilen senaryoları alt üst eder.
Ortadoğu’nun
İran’ı da kapsayacak bir biçimde yeniden şekillendirilmesi için “BOP eş başkanlığı”nın Türkiye’ye verilmesiyle halledilebileceklerini
düşündükleri sürecin karşısına halkın sessiz sedasız büyüyen muhalefeti çıkması
da böyle bir tarihsel izdüşümün sonucudur.
Tarih
tanıktır ki her muhalefet, kendi simgesini kahramanlaştırır. Rastlantı mıdır,
bilinmez ama tarihin bu dönemecinde o simge isimlerin hemen hepsinin de CHP’de
toplandığını görüyoruz. Öte yandan gene tarih tanıktır ki küresel güçler, tıpkı
Çanakkale’de toplarıyla giremedikleri bu coğrafyaya ellerini kollarını
sallayarak İstanbul Boğazına girmeleri örneğinde olduğu gibi senaryoları
gerçekleşmediğinde evlerine geri dönmüyorlar. Ele geçirebilmek, bölge
halklarını iliğine kadar sömürebilmek için hayatın karşılarına çıkardığı
engelleri aşacak yeni senaryolar ve yeni hamleler yapmaktan bir an bile
tereddüt etmediklerini biliyoruz.
Hayat
mücadele demektir; toplumsal hayat, toplumsal mücadelenin dinamiğini de içinde
barındırır. Küresel güçlerin planı varsa bağımsızlığın da bir iradesi vardır.
Boşuna mı demiş Dadaloğlu; “ferman padişahın dağlar bizimdir”
diye.
“Dağları bizim yapan” o mücadele geleneğidir; 1800’lü yıllarda attığı somut
adımlarını, 1920’lerde gerçeğe dönüştürerek bugünkü Türkiye’nin temellerini
atmıştı. Bugünkü mücadele ise o adımları önemli bulup, daha da pekiştirmek
isteyenlerle o adımları bir türlü sindiremeyenler arasında kıyasıya sürüyor.
HAYATI, TÜRKİYE’Yİ CENNET YAPABİLMEK İÇİN MÜCADELE İLE GEÇTİ
Sürdürenlerin
ortak özelliği, ortak bir sevdaları olmasıdır.
Ahmed
Arif’in şiirleştirdiği de bu sevdadır:
“Vay kurban… “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.” Yiğitlik, sen cehennem olsan bile Fedayı kabul etmektir, Cennet yapabilmek için seni, Yoksul ve namuslu halka. Bu’dur ol hikayet, Ol kara sevda.”
İki
yüzyılı aşkındır yürütülen demokratikleşme mücadelesinin esbabı mucibesi de
budur!
Elbette
“güllük, gülistanlık” da değildir bu yol ve o yolda yürürken tarih her zaman
kitlelere kendileri için çimento görevi görebilecek bir özne bulmalarını şart
koşar.
Kitleler,
kendilerince buldular o özneleri; kimisi Yavaş dedi; kimisi İmamoğlu…
Ve
fakat, iktidarın derdi, İstanbul’u ele geçirmekti. Bunun için de toplumun en
hassas olduğu konu olan yolsuzluk ve rüşveti bahane ederek İmamoğlu’na
operasyon yaptı.
Hep
söyleriz; varsa bir sorun, adil bir yargılanma hakkıyla sonuca varılması
sağlanabilirdi. Ancak Türkiye’nin, “vur deyince öldüren” bir geleneğe
sahip olduğunu biliyoruz. Hepimiz biliyoruz ki dün okuduğu şiir nedeniyle
Erdoğan’ı cezalandıran “kafa”, bugün de İmamoğlu’nu “ahmak”
dedi diye cezalandırarak, mevcut düzenin sürüp gitmesini istiyor.
Tarihsel,
toplumsal ve güncel süreçlerin o “kafa”nın hesapladığı gibi işlemediğine de
tanıktır bu ülke. Şiir okuyan Erdoğan’ın geldiği yere bakarak, geleceğin nasıl
şekilleneceğini görebiliriz.
Dün
küresel güçlerin de desteğiyle Erdoğan’ın çevresinde sessiz sedasız bir biçimde
toplanan muhalefet, bugün, kendiliğinden bir biçimde CHP’nin etrafında toplanıyor.
İmamoğlu’nu elemine etmek için başlayan sürecin pek çok belediye başkanının
tutuklanmasına kadar uzamış olması, tarihin tekerleğini bir miktar aksatabilir
ama durdurmaya yetmez.
Farkındayım;
operasyonun konusu, AKP’nin iktidarı süresince en hâkim olduğu alan olabilir. Bu
nedenle hakikat ile tezviratın karıştığı bir ortama da sürüklenmiş olabiliriz.
Aydının
görevi, gerçeğin peşinden gitmektir.
HAYATI, HALKIN HABER ALMA HAKKI İÇİN MÜCADELE İLE GEÇTİ
Hayatını
o gerçeği halka ulaştırmakla geçirdi Altan Öymen.
Hastalıkla mücadele ederken bir
yandan küresel güçlerin güncel dayatmalarına karşı dik durmak lazım geldiğini
dile getirirken, diğer yandan mücadelenin tarihini de hatırlatan bir duruşu
vardı.
Onu en son, 7 Mayıs günü, Cebeci Asri Mezarlığında, babası Hıfzırrahman
Raşit Öymen’in mezarının başında görmüştüm. Ayakta zor dururken bile geleceğe ışık
tutacak bir tarihi hatırlatmakta geri durmamıştı.
Cumhuriyet tarihinin ve Türkiye’nin med cezirlerinin
doğrudan tanık olmuş bir aileden geliyor. O ailenin tarihi, aynı zamanda,
Türkiye’nin siyasal tarihini de özetliyor. O tarih bize gösteriyor ki otoriter
bir iktidar kurabilmek için muhalefeti sindirmek; muhalefeti sindirebilmek için
de öncelikle halkın haber alma hakkını kuşa çevirmek, neredeyse bir iktidar
refleksi.
Çarpıcı bir anekdotla bitirelim bu yazıyı.
Aydınlanma mücadelesinin neferlerinden biri olan Altan
Öymen’in babası Hıfzırrahman Raşit Öymen’e sormuşlar:
“Yazdığı yazılar nedeniyle oğlunuz Örsan Öymen tutuklanacak, ne dersiniz?”
Yanıtı şu olmuş:
“Onu tutuklarlarsa Altan yazar, Altan’ı da tutuklarlarsa ben yazarım, beni de tutuklarlarsa bu ayıp onlara yeter”.
Bu sözler, bugün yaşadıklarımızın özetidir. Görüyoruz ki ilk
kez yaşanmamış, dün de öyleymiş, bugün de öyle…
Son kez yaşanmasının yolu, demokratik, laik ve özgürlükçü
bir Türkiye inşa etmekle mümkün olacak.
Güle güle Altan Abi…
Gözün arkada kalmasın; halkın
haber alma hakkı için sahip çıktığın ilkeler, Türkiye’nin demokratik,
katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir bir iktidara sahip olması için verdiğin
mücadele sürecek, su akıp yatağını bulacak.
